Sosyal duygusal öğrenme ülkemizde son dönemde önemi daha fazla fark edilen ve geçmiş senelere oranla daha çok eğitim gündeminde yer tutan bir konu haline geldi. Bizler bu alana emek veren uzmanlar olarak bu gelişimden bir hayli memnunuz fakat hala bir sorunun cevabının akıllarda net olmadığını düşünüyoruz. Eğitim sisteminde sosyal duygusal öğrenmeye yer açmak bize ne kazandırır? Başka bir deyişle Sosyal Duygusal Becerileri desteklemek okulda nasıl bir fark yaratır?
Bize göre, bir konuda fark yaratmak istiyorsak öncelikli koşul: niyet, yapılan işe inanmak ve bu doğrultuda sistemli, istikrarlı bir şekilde emek vermek . Bu bileşenlerden bir tanesi eksik olduğunda ortaya çıkan sonuç maalesef ki tatminden uzak oluyor. Bu nedenle SDÖ uygulamalarının uygulanan sistemde olumlu bir farklılık yaratması için 3 “E” kuralına inanıyoruz: Emek, ekip çalışması ve entegrasyon Bu üç bileşeni sağladığımızda fark yaratmanın ilk adımını atmış oluyoruz.
Sosyal Duygusal Öğrenme (SDÖ) denilince akla ilk gelen bu süreçte öğrencilerin edindikleri temel beceriler (empati, öfke yönetimi, problem çözme) oluyor; çünkü bu amaca yönelik yapılan çalışmaların çoğu öğrencilerin sosyal olarak uygun davranışlarını artırıp, önce okulda, daha sonrasında günlük hayatlarında sosyal açıdan uygun davranışlar sergilemelerini sağlamak üzerine. Fakat biz biliyoruz ki SDÖ okul sistemine girdiğinde ve iklime yayıldığında bu değişim sadece öğrencilerde olmuyor. Öğretmenler, idareciler başta olmak üzere okul ikliminde yer alan herkes bu olumlu değişimlerden payını mutlaka alıyor.
Peki Sdö yaklaşımını benimseyen okul sistemlerinde somut olarak neler değişiyor ve yukarıda bahsettiğimiz pay alma hali nasıl oluyor?
SDÖ yaklaşımını okul iklimine yerleştirmeyi başaran kurumlarda:
– Çocuklar duygularını daha geniş yelpazede ifade edebiliyor. Yani duygular “iyi” ve “ kötü” olmaktan bir adım öteye geçiyor: Duygular hem kendi orijinal isimlerini buluyor (üzgün, kızgın, mutlu, heyecanlı) hem de ara duygular da kendini gösterme şansını buluyor. Çocuklar sosyal hayatta yaşadıkları olayları siyah ve beyaz olarak yorumlamaktan bir adım öteye geçebiliyorlar.
– Duygular daha görünür ve anlaşılabilir kılındığında problemleri çözebilmek, uzlaşabilmek, çözüm yolları üretebilmek, tepkisel olmaktan ziyade “söz”e ve adil çözümlere alan yaratbilmek daha kolay oluyor.
– Çocuklar kendi sosyal yaşamları ve bu yaşamın içinde karşı karşıya kaldıkları problemler üzerinde daha çok kontrole sahip oldukça, sınıfta öğrenmeye/öğretmeye daha çok zaman kalıyor.
– Huzurlu bir sınıf ortamı öğrenmeyi/öğretmeyi kolaylaştırırken, akademik başarı da bu ortamda kendiliğinden iyiye giden bir hal alıyor.
– Sınıfta ve genel olarak okul ikliminde bu sinerjiyi yakalayabilmek için öğretmenlerden idarecilere uzanan yoğun bir emek zinciri gerekiyor. Bu emek sistemin içindeki bahsi geçen bireyleri de geliştirici nitelikte oluyor. Çünkü biz biliyoruz ki çocuklar en çok modelleyerek öğreniyorlar ve bahsettiğimiz somut değişimler öğrencilerde görülüyor ise bu değişimde eğitimcilerin payını göz ardı etmek imkansız. SDÖ yaklaşımının izlerinin olduğu bir okulda mutlaka buna inanan ve bu yaklaşımı kendisi için de kullanan öğretmenler ve bunu okul iklimine yaymak için çaba gösteren idareciler var!
Sonuç olarak bireysel farkındalığı olan, kendi davranışlarını yönetebilen, davranışlarının sorumluluğunu alabilen ve olumlu/olumsuz tüm duygularını kucaklayabilen çocuklar hem geleceğe daha donanımlı ilerliyor hem de duygusal açıdan daha dayanıklı ve umutlu oluyorlar. Böyle çocukların yetişmesine vesile olan eğitimciler ise hem mesleki hem de kişisel anlamda yaptıkları işten daha fazla doyum alıyorlar.
Ceren Şad Polat
Comments are closed.