“Tüm çocukluk boyunca süren bu yetişkinin kimliğini alma, bir yerde kendi içindeki çocuğu yavaş yavaş öldürmedir”
Mendel – Son Sömürge Çocuk (1992)
“Daha dün annemizin kollarında yaşarken….”
Gerçekten de “dün” gibi idi. Ne zaman büyüdüler de onlarla geçirdiğimiz zamanı “okul”larla paylaşmak zorunda kaldık?
Paylaşmakla kalmayıp, bunu her yıl, 9 ay, günde 8 saat yapar olduk. Bizim neslin okullarla olan “meselesi” okulları sorgulamaya, kendi çocuklarımızı “okullu” yapma konusunda kararsız kalmaya, alternatif seçenekler aramaya, kimimizi radikal hayat değişikliklerine sevk etti. Sistemin içinde kalan bizler ise –ve bizlerin çocukları- kah her gün, kah ödevler yoğunlaşınca, kah karın ağrılarıyla başlayan sabahlarda “ne yapıyoruz biz” demeye, “değiyor mu?” diye Kumkurdu gibi derin sorgulamalara soyundu.
Ben mi? İki oğlum var. Biri bu yıl 2.sınıfta, diğeri is yuvada. Evet, büyük oğlum günde yaklaşık 8 saat okulda. Bu yazı tam da bu sebeple yazıldı, bir akşam geldiğinde: “Okulda yoruluyorum anne, keşke okul daha erken bitse” dediğinde, ve ben onu okulsuz büyütme seçeneğini seçmediğim için, yükü nasıl azalır diye düşünmeye başladığımda. Madem 6- 8 saatlik bir öğrenme mesaisinin içine koyan biziz, onların ruh sağlıklarına, sosyal ve duygusal gelişimlerine, yorgunluklarını, kaygılarını takip etmeye, satır aralarını okumaya zaman ayırmamız gerekiyor. Bir kaç başlıkta toparlamaya çalıştım. Ekleyecekleriniz olursa ne güzel olur…
Ödevler vs. Öğrenme Deneyimleri
Mantığını biliyoruz. Tekrar etmelerini sağlayarak bilginin pekişmesini sağlamak. Ya çocuklar nasıl görür? Angarya gibi. Çünkü tekrar etmek sıkıcıdır. Her gün benzer şekillerde yapılan tekrarlar daha da sıkıcıdır. Ödevsiz okul olmayacağına göre bence çocuğunuzun ödevlerle olan ilişkisinde; iyi bir planlama yapmayı öğretmek önemlidir. Ödev “yük”ünü angaryadan “eh işte” ye çevirmek için yükle ilgili basit bir planın olması ödevi tüm ailenin acı çektiği bir süreç olmaktan çıkarır.
Yılın başında hangi bilgileri yükleneceğine şöyle bir göz atmak ve haberdar olmanız okuldan yüklenerek gelinen bilginin günlük hayata taşınmasına yardım eder (Sevgili babamın ben okulda yüzde hesaplarını öğrenirken “bakkaldan 2.25 kg peynir aldın kaç lira vereceksin?” e çevirmesi sayesinde tahminimden kolay çözmüştüm!).
“Bildikleri” yerine “öğrendiklerine” odaklanan bakış açınız, ödevin “yapılması gereken bir zorunluluk”la eşleşmesini önler. Günlük sohbetlerinizde öğrenme deneyimlerine odaklanmak, öğrenmeyi evin ikliminde kıymetli kılmak, her türlü öğrenmeyi takdir etmek sıkıcı mecburi ödevlerin araç olarak kalmasını sağlar. Aman amaç olmasın ödevler…
Bağ Kurma İhtiyacını Karşılamak
Biz gençken sevgililerimizle facetime, skype, facebook, whatsapp yokken mektup, ankesörlü telefon yolu ile “bağ”lı kalmaya çalışırdık. Ne zormuş… Zordu gerçekten. Zaten “gözden ırak olan gönülden de uzak” oluyordu eninde sonunda. Düşünün şimdi. 9 saat uyku deseniz, 10 saatlere varan okul mesaisini koysanız (bizlerin işten gelişi, sabah erken gidişi vb) 24 saatin 18-19 saatini uzakta geçiriyoruz çocuklarımızdan. Eve gelince başlayan ödev, banyo, yemek, uyku sürecinin de değil bağ kurmak, var olan bağların da kopmasına neden olduğu muhakkak!
Tekrar bağ kurmak demek; okulun, derslerin, öğretmenlerin, tenefüslerin, akran ilişkilerinin, uzun servis hatlarının, bazen de sadece bir türlü ezberlenemeyen yıl sonu gösteri şiirinin silkeye silkeye tükettiği duygusal depoları tekrar doldurmak, pilleri şarj etmek demek. Bu bağı sıkı sıkı tutmamız lazım. Ana sınıfı da olsa, lise 3. Sınıf öğrencisi de olsa “ev ve aile” ile olan bağı (yaşına uygun yaklaşımlarla tabii ki) sürdürmek, onların hayatta “tutunma ve direnme” eylemlerinin manivelasıdır. Cebinde bulacağı bir not, geldiğinde masasında gördüğü sevdiği bir atıştırmalık, akşamdan yazıp bıraktığınız bir fıkra belki.. Bir araya geldiğinizde, mizahi ve oyuncu bir yaklaşım, geçmiş güzel anlardan bahsetmek, geleceğe dair planlardan konuşmak bağınızı güçlendirir, depoları doldurur, ertesi okul gününe hazır eder.
Okulda “Var” Olmak
En önde oturmuyorsak ve standart çocuk güzeli (sarı saçlı, renkli gözlü) tarifine uymuyorsak, bir de matematiğe kafamız pek basmıyorsa “var”lığımız kimsenin pek farkında olduğu bir yer olmayabilirdi ben çocukken. Aşı günleri oluşan uzun kuyruklarda, 23 Nisan’da beyaz hırkamın içinde tüm öğrencilerle aynı gözükürken de fark edilme ihtimalimiz düşüktü. Halbuki okul dediğiniz yer bir ilişkiler yumağıdır ve çocuk orada “var” hissetmezse/hissettirilmezse, sıkıştığı yorulduğu anda, bakındığında yanında kimseyi göremezse okul onun için kötü hatırladığı bir binadan ibaret olur. Çocuğun okulda var- lık gösterebilmesi için ise, ebeveyn (pardon veli) olarak bize düşenler var elbet. Çocuğumuzun kendi istek, ihtiyaç ve sorularını kendinen emin bir şekilde ifade edebilmesi, akranları ile “geçinebileceği” adil ve kibar yolları bilmesi, şefkat, iyi niyet ve ilgi göstermeyi öğrenmiş olması onun kendini VAR edebileceği bir temeli sağlar. Okulda var hisseden bir çocuk için okuldan gelen yükleri taşımak bir nebze daha kolaydır.
Okulluluk-okullu olma hali nasıl bir yolun sonu değil ise okulsuzluk da bir başlangıç değil bence. Okullu olmak veya olmamak sizin meseleniz ise aslında bir noktada birbirlerinden pek farkı kalmıyor diye düşünüyorum. Hani meşhur deyişle, okullu olmak veya olmamak bir varış noktası değil seyahatin kendisi olabilmeli. O zaman kendimi tutamayıp -yolları farklı da olsa seyyahlara- öneri vereceğim bölüme geldiğimizi belirteyim:
- Okulla ilgili neyi önemsediğinize dikkat edin. Neyi önemsemediğinize de dikkat edin. Her iki durumda da okulla ilgili neyin ayrıntı kalacağı neyin temel olacağı mesajını çocuklarınıza vermiş olacaksınız!
- Rutinin çocuğunuzun öğrenme hevesini kırmasına engel olun. Siz de rutininizi kırın. Hatta, birlikte kırın –ki meselenin bir gün okula gitmemenin kutlaması değil, hayatın her anı ve alanının öğrenilecek, keyif alınacak fırsatlarla dolu olduğunu görsün.
- Evde çiçek, toprak, tohumu eksik etmeyin.
- Bazen sadece yan yana sessizce durun. Mesela yatmadan önce duygusal depoları doldururken, konuşmamayı deneyin. Okuldan gelen tüm sesleri, yükleri bu sessizliğin içine bıraktığınızı hayal edin.
- Akşamları bağınızı tekrar kurmayı ihmal etmeyin. Karşılama-uğurlama parolaları (bizimki iki öpücük bir sarılmadır), sofra sohbetleri, sarılmalar, masajlar, ve binbir yolu olan bağ kurmak okul yükünü en rahatlatacak alandır.
- Doğayı, ormanı, denizi, bahçeyi, yağmuru, soğuğu hafta sonlarına sıkıştırmayın. Günde sadece 5 dakika da olsa, iklimi kaçırmayın.
- Yaşam becerilerini devam ettirin. Yemek yapmak, bulaşık yıkamaktan tutun da, yerleri silmek, barbunya ayıklamak, konserve yapmayı “ödevin var/yorgunsun/sabah erken kalkacaksın” larla heba etmeyin.
- Her-türlü-yaşam-fırsatını-onurlandırın. Düğünler, cenazeler, kutlamalar, sosyal meseleler, ailevi zorluklarınız, akrabalardan gelen güzel haberler… Hiç biri ama hiç biri ertelenerek yaşanmamalı.
- Tabiri caizse, saçma, aptalca, komik, eğlenceli olmayı unutmayın. Ciddiyet ve rutin içimizdeki çocuğu susturur. Siz de çocuklarınızla eğlenin.
- Değiştiremeyeceğiniz okul şartları ile ilgili (kalkma saati, ödev miktar vb.) de mutlaka çocuğunuzla konuşun. Sıkıntı veren yük gelen durumları konuşarak/dertleşerek azaltın.
Klişe olacak ama tüm bu yazıyı buraya kadar okuduysanız 🙂 , kendinize de sıkıca sarılın!
Büyük resme bakma sırası geldiğinde ise bilin ki; sonunda şefkatli bir çocuk yetiştirmek için okul ne engeldir, ne de fırsattır!
Comments are closed.