Çok zor.
Anne baba olmak çok zor.
Bebeklikten itibaren ihtiyaç karşılamak, yetişkin olmak, İngilizce hali ile “in charge” olmak çok zor.
Sorumluluğu taşımak, hem kendi ruh halinden hem çocuğunun ruh halinden sorumlu olmak her daim çok zor.
Büyük oğlum Mayıs ayında 10 yaşını bitiriyor. 10 koca yıl.
Yavaş yavaş büyüme döneminin en anlamlı zamanına geliyoruz.
Evde ufaktan hissedilen gerilimler var.
Neye öfkelendiğini, nasıl bu kadar hızlı parladığını, gözlerinin dolmasının öfkeden mi, hüzünden mi, suçluluktan mı, kendi içinde olup biteni anlamaya çalışma çabasından mı kaynaklandığını anlamanın bizim için en zor olduğu zamanlar.
Yaklaşık 3 haftadır hemen hemen her söylediğimizi sorgulayan, beğenmeyen, nedenini açıklasak da tatmin olmayan, gerilimli bir hali var.
Sakince neler olup bittiğini anlamaya çalıştığımız da oluyor, tahammül ve sabrımızın bitip, karşılıklı gerildiğimiz de oluyor.
Dün akşam yemekte bir kase yoğurdu yememek için verdiği savaşı hayretle izlerken ve açıklama yapmaya çalışırken gözleri doldu. Kendini ortaya koyma çabası ile bizi memnun etme hali, yoğurdu çok sevmeme hali ile iki kaşık yoğurdu bir hamlede bitirme arasında sıkıştı kaldı. Sanırım 10-11 yaş civarı büyüme, sıkışık bir koridordan geçmeye çalışmaya benziyor. Aslında geçecek yer var, ama sıkışmak her an mümkün…
Bu noktada oğluma kısa bir ara verip ebeveyn olarak kendime dönmek istiyorum.
Ebeveynlik sabit bir paket gibi gelmiyor. Hatta bilgisayarlar ve uygulamalar gibi sürekli güncelleme geliyor. Eğer güncelleme yapmazsan kendine, bir süre sonra sistem işlemez oluyor. İşin zor kısmı, soruna göre, yaşa göre, ihtiyaca göre, kendine göre güncelleme yapmak gerekiyor. Yani güncelleme de sürekli güncelleniyor!! Bu güncelleme süresince nerenin sıkıntılı olduğunu bilmek işleri bir miktar kolaylaştırabiliyor. Kendi adıma keşfettiğim birkaç nokta var, yolumuz uzun, henüz hiç haberim olmayan noktalar da elbet vardır.
*Otomatik düşünceler ve tepkiler: Hepimiz ebeveyn olmadan önce de bir hayat sürüyorduk. O dönemki hayatımızdan getirdiğimiz tepkilerimiz, tecrübelerimiz, anılarımız, şemalarımız var. Çocuklarımız olduktan sonra da o hayatı sıfırlayıp baştan başlamıyoruz. Dolayısı ile zihnimizdeki otomatik düşünceler de birdenbire gelişmiyor. “Şimdi sınır koymalıyım”, “Benimle böyle konuşamaz”, “Haddini bilmeli” veya “Ben kötü bir anneyim”, “Neden hep bu hatayı yapıyorum” “Yine benden nefret edecek” gibi otomatik düşüncelerimiz bizi bir an durup tepki vermekten alıkoyuyor.
Benzer şekilde bu şema otomatik düşünceler, otomatik tepkiler vermemize neden oluyor. Bu tepkiler bazen sert, bazen daha sert, bazen suçluluk içeren, bazen de kendimizden ödün vererek suçluluğumuzu azaltmaya çalıştığımız biçimde olabiliyor. Hangi tepkinizin otomatik olduğunu merak ediyorsanız, çocuğunuzla ilişkinizi gözleyin. Zorlandığınız zamanlarda verdiğiniz tepkileri not edin. Bu tepkiler çocuğunuzla olan ilişkinizi zora sokuyor, ilişki sarpa sarıyor, şefkat ve neşeden uzaklaşıyor, yoğunlukla stres, gerginlik, hüzün, suçluluk hissediyorsanız otomatik tepkilerinize bakmak iyi olabilir. Kısa bir örnek: benim verdiğim otomatik tepkilerin başında, iki kardeş arasında yükselen gerginliğin ardından gelen ağlama sesine doğru koridorda yürürken zihnimde “Bakalım yine ne oldu!” geliyor. Bir an durmayı başarabilirsem, acele etmezsem, ses buna dönüşüyor: “Benim yardımıma ihtiyaç var mı?”
*Öfke ile verilen sınav: Hayatta çocuklarımıza armağan edeceğimiz becerilerin başında kendini sakinleştirme/yatıştırma ve öfke yönetimi geliyor. Hayatın her alanında duygularımızla her zaman karşı karşıya kalıyoruz. Ancak öfke, altında birçok duyguyu karmaşık olarak içerir ve “Bana neler oluyor?” u anlamak üzere, çocuğumuzla olan ilişkimizde öfkenin neyi temsil ettiğini bulmak için durup düşünmek gerekiyor. Kendi adıma öfkemi harekete geçiren durum çoğunlukla oğlumun ruh sağlığı veya aramızdaki ilişki adına hayati önem taşımıyor. Hatta sıklıkla onunla da ilgili olmuyor. Öfkem bazen, “Kaç kere söyleyeceğim sofraya gelmeni!” ile “Hadi demekten dilimde tüy bitti!” arasında kendini gösteriyor. Bazen O da bana öfkeleniyor. Karşılıklı olarak öfkemizi birbirimize belli edebiliyoruz. Ne öğrendin diye soracak olursanız sanırım iki cümle ile özetleyebilirim: Öfke yıkıcı bir duygu değildir, evin içinde uygun ifade edilen öfke ebeveyn çocuk ilişkisinin en önemli öğelerinden biridir.
*Yorgunluklarım ve ben: Hazır öfkeden bahsetmişken yorgunluklarımızdan bahsetmemek olmaz. Hayat nasıl koşturmalı ve zaman nasıl hızlı değil mi? Sanki günler birbirine bağlanıyor biz de akarak gidiyoruz mevsimlerden mevsimlere… Bir yandan da her şeye ne kadar az zaman var değil mi? İşte bu koşma/sıkışma/yetişme triatlonunda “yorgun ebeveyn” ler evlerine sadece posalarını getirebiliyor… Çocuklarına en tahammülsüz, en yorgun, en bitmiş, en öfkeli, en kendilerine bakmak istedikleri ama sıranın onlara gelmesine hala en az 2 saat olan hallerinde dönüyorlar. Dolayısı ile akşam yorgunluklarına denk düşen saatler, sabah koşturmasındaki “hadi”ler, tüm ev halkının “dinlenmek benim de hakkım” feryatları arasında geçen pazarlar hepimizin hayatında yer ediniyorlar. Ben mi nasıl yaşıyorum? Yorgunluğumun artmaya başladığı belli başlı zaman dilimlerinde yardım istiyorum (cumartesi günleri), pazarları mutlaka kendime 1 saat de olsa ayırmaya çalışıyorum, bedenim için gerekli beslenme ve fiziksel etkinlik takviyelerine özen gösteriyorum. Son olarak “Ben de insanım, benim de yorgun ve tahammülsüz zamanlarım olabilir” diyerek, omzuma pat pat yapmayı ihmal etmiyorum.
*Mükemmeliyetçilik: Omza pat pat demişken, zamanımızın “mükemmel kontrollü anne” yükünden bahsetmemek olmaz. Sağ duyumuz, içgüdümüz, adı her ne ise, “içimizi” dinleyememizin önündeki en büyük engel mükemmel ebeveyn olma çabamız. Öyle nafile, öyle zorlayıcı ki, “sanki ne yapsam olmuyor” hissi de işte tam buradan çıkıyor. Yaptıklarınız, niyetiniz, emeğiniz, sabrınız, şefkatiniz hepsi birden görünmez olup, Instagramda gördüğünüz mutlu anne çocuk anları, sanki bir sizin çocuğunuzla sabahları geriliyorsunuz, herkes Adile Naşit kahkahasıyla evden ayrılıyor gibi geliyor.
Siz iyisiniz, yeterlisiniz. Mükemmel sıfatının en yakışmayacağı ilişki sanırım ebeveyn çocuk ilişkisi… Peki ben ne öğrendim: “tuttukça”, “kontrol etmeye çalıştıkça” ,“kendimi harap ettikçe” lastik gibi gerilen ilişkimizin, oğluma ve bana hiçbir fayda sağlamadığını. Birbirimizi uyumlanmayı da, büyümeyi de, batmayı da çıkmayı da, kahkaha ve öfke arasında durabilmeyi de zaman içinde öğrendiğimizi öğrendim.
Sevgilerimle
Seçil Cüntay
Comments are closed.