Güdümlü terlik, sokakta yakar top, öğlen ekmek arası, okula tek başına yürüyerek gitmek.. Evet evet siz de 70-80 kuşağındansınız ve bu yazı dikkatinizi çektiyse muhtemelen artık ebeveynsiniz. Sık sık eleştirilere maruz bıraktığımız yeni jenerasyon ebeveynlerini bu sefer başka bir açıdan görelim istedik. Görelim istedik, çünkü aslında bizlerin çocukken gördükleri ile ebeveynlik yolculuğunda buldukları giderek uzaklaşıyor birbirinden… Bu da içimizde garip bir “o kadar okuduk yine yanlış yaptık!” cümlesini yankılatıyor.
Sıkıysa okumayın!
Kitaplar, notlar, bloglar, anne forumları, yabancı kaynaklar, bebeğinizi beklerken neredeyse karnınızın içini görebiliyormuş gibi hissettiren ayrıntılarla dolu kaynak kitaplar. Okumak tabii ki iyi, besleyici, geliştirici… Bizim kuşağın da sevdiği bir şey okumak. Gelin görün ki, bebeğiniz, çocuğunuz, siz, kitap değilsiniz.. Tam da bundandır ki, okuduklarımızı “Okunanlar” rafına değil de “Yapılacaklar” rafına dizmeye başladığımız an karanlık taraftan gelen sesi duyuyoruz: “Kitapla çocuk büyütülmez!”
Bırak dağınık kalsın
Biz yeni nesil anne babalar çocuklarımızı bırakamıyoruz. Halbuki bizi gayet de bırakırlardı; komşuya, sokağa, büyük kardeşe.. Sanırız bizim neslin güven duygusu biraz hasar aldı, hala da almaya devam ediyor… Bu nedenle de çocuklarımızı bırakmaktan, salmaktan çekinir olduk. Hatta otomatik tepkiler geliştirip onları salmamak üzere fantastik düzenlemeler yapıyoruz farkında olmadan. Evet, kursları, dersleri kast ediyorum. Katkısı olur elbet. Ne kadar olacağını ölçmek mümkün olmasa da. Ama işte bırak-a-mıyoruz, odalar da çantalar da kafalar da dağınık kal-a-mıyor…
Suçluluk akademisi
Muhtemelen bizim jenerasyonun anneleri “Acaba doğru yapıyor muyum?” cümlesini bizlerden daha az düşünmüşlerdir. Suçlu hissetmek karmaşık bir duygu. Köşede bekleyip bööö diye üzerimize sıçrayan.. Oynuyorsun “Ay çocuk hiç yalnız oynamıyor”, oynamıyorsun “Aman bak bu hafta hiç oynamadım”, kızıyorsun “Hiii bak şimdi çok mu yükselttim sesimi”, kızmayıp tutuyorsun kendini “Hiç sınır vermiyoruz mu abaca biz bu çocuğa”. Dememiz o ki, annelerimizde görmediğimiz suçluluk duygusunun binbir çeşidini eksik bırakmıyoruz, maşallah…
Ödev(imiz), Sınav(ımız)
Kim derdi ki 40 yaşında hala ödev yapıyor olacağız? Yapmayalım zaten. Mümkün mü? Mümkün olanı var olmayanı var. Ama esas sıkıntı “Babamız (koca olan), kakamız (çocuğun kakası), ödevimiz (sizin ödeviniz değil), sınavımız (sizin değil yahu!)” gibi bizimle hiç ilgisi olmayan durumları sahipleniyor olmamız. Bak bu bizim jenerasyonda da vardı belki. Ama yine de böylesi bir ayrışamama durumu bu denli yoğun değildi.
Annesine el kaldırmış eli taş olmuş!
Bir de şu versiyonları vardı: yemezsen arkandan ağlar, aa dili yok herhalde o yüzden cevap vermiyor, nereye koyduysan oradadır. Kendi çocuğunuza diyemiyorsunuz ama hepsini biliyorsunuz değil mi :)) Heh işte sanırım bir çeşit “anne babayı rahatlatan süspansiyon görevi” yapan bu söylemler artık bizde yok. Yerini bizce sosyal duygusal öğrenme yaklaşımları alabilir. Ama bunların yerine yenileri bizim çocuklarımızdan sonraki nesilde tekrar ortaya çıkacak belki de…
Comments are closed.